Bilgeliğin Sessiz Dili

Uzakdoğu’da, dağların eteklerinde gizlenmiş bir Budist tapınağı vardı. Bu tapınak, bilgeliği arayanları kabul ederdi, ancak burada esas olan, sözlerle değil, hal ve tavırlarla kendini ifade edebilmekti.
Bir gün, uzun yolculuğunun izlerini taşıyan bir yabancı, tapınağın büyük ahşap kapısına vardı. Ne bir tokmak ne de bir zil vardı, bu yüzden sessizce bekledi. Rüzgâr, çevresindeki bambuların arasından usulca geçerken, kapı gıcırdayarak aralandı. İçeriden, yüzünde derin bir huzur taşıyan yaşlı bir Budist belirdi. Sade, safran rengi cübbesi omzundan süzülürken, ellerinde ağzına kadar dolu bir su kabı tutuyordu. Bu, sessiz bir mesajdı: Tapınak dolu, burada sana yer yok.
Yabancı bir an duraksadı, etrafına göz gezdirdi. Sonra yere eğilerek bahçedeki bir gülün nazik bir yaprağını aldı. Büyük bir dikkatle, suyun üzerine bıraktı. Yaprak, hafifçe süzüldü, suyun yüzeyine kondu, ama tek bir damla bile taşmadı.
Yaşlı Budist, bu manzarayı bir an sessizlik içinde izledi. Gözlerinde derin bir anlayışın ışığı belirdi. Ardından, saygıyla başını eğdi ve kapıyı sonuna kadar açtı.
Yabancı ve Budist, yan yana içeri adım attılar. Tapınağın içi huzur doluydu; tütsü kokusu havaya karışıyor, hafif ışık taş duvarlarda titrek gölgeler oluşturuyordu. Ahşap kapı yavaşça kapandı, dış dünyanın tüm gürültüsünü geride bırakarak…
Kıssadan Hisse:
Bilgelik, bazen kelimeler olmadan da anlatılabilir. Düşüncenin olduğu her yerde bir çözüm vardır; önemli olan, onu nasıl ifade ettiğimizdir.