Aşk

NARKIZ ile TAŞKAFA – Kırık Bir Aşk Hikâyesi

Bir varmış, bir yokmuş… mutluluk, sefalet içinde yaşarken, üzüntü ile kederin karnı tokmuş. Kafalar karışık, kulaklar alışık, çeneler yılışıkmış.

İnlerle cinlerin, iyilerle kötülerin birbirine karıştığı bir diyarda, gülünce tombul yanakları nar gibi kızaran, dudakları al, gözleri bal bir kız yaşarmış.

Narkız’ın bir de Taşkafa adında bir arkadaşı varmış. İki arkadaş, birbiriyle her zaman çok iyi anlaşırmış. Aynı şarkıları dinler, aynı türküleri söyler ve her gün buluşup birlikte oyun oynarlarmış. Taşkafa, Narkız’a kıyamadığı için, usta bir oyuncu olmasına rağmen, taş atma oyununda ona hep yenilirmiş.

Taşkafa’nın kafası yarıldığında, Narkız, arkadaşının başında bekler, bir an önce iyileşsin diye ona nane-limon kaynatır, çorba pişirirmiş. İyi günde, kötü günde, işte böyle, her zaman beraberlermiş. Hiçbir şeyi umursamaz, mutluluktan, sevinçten dans edip dönerlermiş.

Yıllar geçmiş ve iki arkadaş, bu minval üzere, birlikte büyüyüp serpilmiş.

Ama ne yazık ki, ayrılık, birçok hikâyede olduğu gibi, bir gün onların da kapısını çalmış. Çünkü Taşkafa, okuyup mühendis olabilmek için, bir başka şehre taşınmak zorunda kalmış. Narkız ise, Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu’nda Hemşirelik bölümünü kazanmış.

Ayrılık vakti, Narkız, istasyonda Taşkafa’ya veda ederken, yüreğine kocaman bir taş basmış. Ve iki arkadaş, istemeye istemeye ayrılırken, gözyaşları sel olup akmış.

Sular gittikçe yükselmiş, yükselmiş… ve sonunda gözyaşları sele dönüp taşmış. İki arkadaşın onulmaz efkârı, böylece arşa çıkıp yıldızlara ulaşmış.

Taşkafa, düzenli olarak okula gidip gelirken, her gün, mutlaka Narkız’a mesaj atarmış. Geceleri yatağa başını koyduğundaysa, kavuşacakları günün hayalini kurarak uykuya dalarmış.

Ancak, bir gün, telefonlara cevap vermez, mesajları okumaz olmuş Narkız.

Günler birbirini sollamış, geceler matem tutup ağlamış.

Meğer Narkız’ın annesi, kızını hatırı sayılır bir ailenin muteber oğluyla evlendirmeye karar vermiş. Damat adayı yakışıklı mı yakışıklı, varlıklı mı varlıklıymış.

Taşkafa’yı gıyabında yerden yere vuran hısım akraba, zamanla Narkız’ın içine kurt düşürmüş:

“Aklını kullan kızım, aklını!”
“Benim oğlum binâ okur, döner döner yine okur.” “Davul bile dengi dengine!”
“Katranı kaynatsan olur mu şeker?”

Sözün özü, bir daha böyle bir kısmet bulamazmış. Hem, yaşı da geçmekteymiş Narkız’ın. Çok da düşünceliymiş ayrıca çocuk, Narkız’ın haminnesine şimşir tarak, dedesine implant destekli hareketli protez almış.

Mış da mış, mış da mış… Bunları duyan Taşkafa, kahrolup hayattan soğumuş, ve sonunda kendini sokaklarda yalın ayak dolaşıp dilencilik yaparken bulmuş.

Kafasını iyice karıştırıp, aklını başından aldıktan sonra, Narkız’a kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar. Davul-zurna eşliğinde zenne, köçek oynatmışlar.

Narkız evlenir evlenmez, daha ne olup bittiğini anlamadan okuldan ayrılmış; hemşirelik hayaline veda edip, evinin hanımı olmuş. Çünkü çalışmasına artık gerek yokmuş, sonuçta gül gibi kocası varmış, ona ölene kadar bakarmış.

Günler, geceleri kovalamış hiç durmadan; geceler, günleri…

Kocasından habersiz hiçbir şey yapamayan Narkız’ın yüzü sonunda gülmez olunca, yanakları, susuz kalan çiçekler gibi solmuş. Yanakları solmuş ama, karnı iki senede bir şişip durmuş.

Narkız, hayatı boyunca tam on yedi tane çocuk doğurmuş. On yedi tane çocuk büyütüp bakmış ama, kendisi ne yazık ki güdük kalmış. Onca insanın içinde, kendini hep yalnız hissetmiş çünkü. Kendini hep boşlamış.

Ve hayatı boyunca ağlamış… hep ağlamış.

Yazan: Serkan Savaşeri – Tüm Hakkı Saklıdır.

kemal

kemal

Hikayeci Hakkında

Kemal Güleç, çeşitli konularda derinlemesine araştırmalar yaparak bilgiye dayalı hikayeler hazırlıyor.

Yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunları da beğenebilirsin

Aşk

Denizle Gökyüzü Arasında Kalan Sevdalar

Bir gün bir balık, denizin derinliklerinden göğe uzanan bir rüyaya kapılır: Yukarılarda süzülen bir kuşun pırıltılı kanatları gözlerini kamaştırır. O
Aşk

Tuzlu Kahve: Tatlı Bir Aşkın Hikayesi

Partinin telaşı arasında onu fark etmişti. Kalabalığın ve canlı müziğin ortasında o, adeta zamanın durduğu bir an gibiydi.