Hırlı Hırsız Keloğlan

Yazan: Serkan Savaşeri ©️Bütün hakları saklıdır
Keloğlan’ın canı bir gün elma çekmiş. Pazara gidip dolaşmış, ama elmalar çok pahalıymış. Ne yapalım, demiş, bugün de elma yemeyiveririz.
Eve dönerken, yolunun üzerinde, etrafı kale surları gibi sağlam duvarlarla çevrili bir konağa rastlamış. Konağın bahçesinde sıra sıra, boy boy elma ağaçları varmış. Kan kırmızı elmalar, güneşin altında çil çil altınlar gibi parıldamaktaymış. Dayanamamış Keloğlan ve uzanıp elmalardan birini koparmış. Tam bu sırada, konağın kapıcısı, keloğlanı görüp yakalamış.
“Utanmıyor musun,” demiş, “el âlemin bahçesinden elma çalmaya? Eşek kadar adamsın!”
“Asıl sen utanmıyor musun,” demiş Keloğlan, “ağaçların etrafını çevirip, zavallıcıkları olduğu yere hapsetmeye; meyvelerini toplayıp, köle gibi pazarda satmaya?”
Keloğlanla başa çıkamayacağını anlayan kapıcı, onu ensesinden tutup yaka paça konağın sahibine götürmüş. Konağın sahibi, “Oğlum,” demiş, “tembellik etme, çalış, para kazan. Git elmayı sonra, herkes gibi al pazardan.”“Emmi,” demiş Keloğlan, “başkasının malına göz koyan ben miyim, yoksa sen mi? Yaşından başından utan! Sal şu ağaçları da, dağıtsın zavallıcıklar meyvelerini fakir fukaraya.”
Konağın sahibi, Keloğlan’ın ona karşılık vermesine çok sinerlenmiş ve tuttuğu gibi kolundan, doğruca kadı efendiye götürmüş.

“Kadı efendi!” demiş, konak sahibi, “Bu oğlan, elmamı çaldı. Buna rağmen bir de beni azarlıyor. Gör allasen şunun hesabını!”
Keloğlan boş durmamış, “Asıl ben şikâyetçiyim kadı efendi,” demiş, “bu adam, alenen hırsızlık yapıyor!”
İki ateş arasında kalan kadı hazretlerinin kafası iyice karışmış, “Durun bre!” demiş, “hanginiz şikâyetçi, hanginiz hırsız?”
Ne kadı hazretleri ne de şeyhülislam çıkabilmiş bu yılan hikâyesinin içinden ve sonunda Keloğlan, kendini padişahın huzurunda bulmuş.
Padişah, konağın sahibini dinlemiş önce, kadıyla şeyhülislama danıştıktan sonra da çatmış kaşlarını ve, “De bakalım Keloğlan,” demiş, “Sen ne diyeceksin bu işe.”
“Padişahım,” demiş Keloğlan, “Allah sizi başımızdan eksik etmesin. Âl ve âlinize bolluk ve bereket içinde bir yaşam ihsan eylesin. Velhasılıkelam derim ki ben: öbek öbek balıkları tutup istifler her gün millet, bir şey demem; gökte uçan sıra sıra kuşları vururlar, laf etmem. Toprağın üzerindekiler toprağın, suyun içindekiler suyun… bütün bunlar da dünyanın malı değil mi? Parsel parsel çevirip âlemin malını, mülkünü sahiplenirken bunlar iyi de, ben ağaçlarından bir tanecik elma koparıp yemişim, çok mu? İlk tavuğu.. ilk koyunu, keçiyi zimmetine geçiren, sorarım size, kimden izin almış? Kimin malını kimden çalmış?”
Padişah, Keloğlan’ın kıvrak zekâsına ve belagatine şaşırıp kalmış. Böyle bir yiğidi harcamak olmaz, demiş ve sarayına vezir yapmış.
Keloğlan sayesinde köylüye toprak vermiş devlet, su kanalları açmış. Ekini olmayana arpa, buğday yardımı yapmış. Koyunu, kuzusu olmayana da büyükbaş ve küçükbaş dağıtılmış. Nihayetinde ahali, canla başla çalışır olmuş. Böylece, memleket refaha ermiş, ve ülkede o güne dek görülmemiş bir huzur tesis olmuş.
Gökten üç elma düşmüş. Biri özgürlüğün, biri kardeşliğin, biri de eşitliğin timsaliymiş. Elmaları yiyenler, bitmez tükenmez bir saadet bulmuş.